Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

 

 

AVRUPA ÜLKELERİNDE ÇEŞİTLİ SOSYAL DEMOKRAT DENEYİMLER VE TÜRKİYE İÇİN ÇIKARILACAK DERSLER

1996

İncelenmiş olan altı ülkenin sosyal demokrat deneyimlerini, Türkiye'nin de bugüne kadar yaşadıkları açısından gözden geçirdiğimizde, şu noktaların, bir sosyal demokrat iktidar açısından önem kazandığını görüyoruz:

1) Uluslararası konjonktür çok önemlidir.

2) İktidar yorgunluğu, ya da yıpranmışlık önemli bir ögedir.

3) Emekçi örgütleriyle ve sosyal demokrasinin geleneksel müttefikleriyle organik bağ önemlidir.

4) Çağımızda, salt emekçi kesim ağırlıklı politikalar kimi zaman iktidara gelmek için yeterli olmamaktadır.

5) Gelecek seçimlerde, seçmene verilebilen umut, seçim şansını arttırmak açısından çok önemli bir ögedir.

6) İktidarda yapılan yanlışlar ve yönetim beceriksizlikleri çok etkin ve çok hızlı bir siyasal cezalandırmayı gündeme getirmektedir.

7) Muhalefet dönemindeki hazırlık ve seçmenle kurulan diyalog, iktidar şansını da, iktidara gelindiğinde, başarı olasılığını da çok arttırmaktadır.

8) Seçmen açısından, bütün yukardaki ögelerin toplam etkisi, "güvenilirlik ve umut" kavramlarında somutlaşmaktadır.

Şimdi bu ögeleri, ülkemiz açısından, daha yakından irdeleyebiliriz.

ULUSLARARASI KONJONKTÜR

Bütün ülkelerdeki sosyal demokratlar zaman zaman, Türkiye'nin yaşadığı, trajik uluslararası konjonktürel baskılardan etkilenmiş görünmektedir.

Örneğin, 1970'li yılların sonundaki petrol krizinin, Sosyal Demokrat iktidarların (İngiltere'de yaşandığı gibi) başarısızlığına büyük katkıları olmuş. buna karşılık, mevcut iktidarları yıprattığı için, sosyal demokratların muhalefette olduğu ülkelerde, (İspanya ve İsveç gibi) onlara yeni bir şans tanınmasının kapılarını aralamıştır.

Türkiye'de de bir "umut" olarak iktidara gelen Ecevit'in, çok kısa bir sürede yıpranmasının altında, yönetim beceriksizliği olduğu kadar, uluslararası konjonktürün büyük etkisinin bulunduğu da açıktır.

Uluslararası konjonktür, sadece, petrol krizi biçiminde net olarak değil, kimi zaman, IMF kılığında çok daha örtülü ama aynı derecede etkili bir rol oynar ülkelerin kaderlerinde.

Bu rolü öngöremeyen, ya da ciddiye almayan sosyal demokratların ise başarıya ulaşmaları çok zordur.

Hiç kuşkusuz, bir başka konjonktürel öge, öteki ülkelerdeki sosyal demokrat iktidarların varlığıdır.

Türkiye, tarihi boyunca bütün bu "konjonktürel" sorunları sosyal demokratlar açısından bütün ağırlığıyla yaşamıştır.

Bu çerçevede hatırlanması gereken bir başka nokta, uluslararası konjonktür çerçevesinde Amerika Birleşik Devletlerinin askerlerle olan ilişkileri ve geneldeki demokrat ya da demokrat olmayan rejimlere karşı tavrıdır.

Yine aynı biçimde, Kıbrıs bunalımı gibi olaylar, Ermeni saldırıları gibi süreçler, hep, "uluslararası konjonktürün" kaçınılmaz sonuçları olarak iktidarda ya da muhalafette, Sosyal Demokratların, siyasal kaderini önemli ölçüde etkilemiş ve hatta

kimi zaman belirlemiştir.

İKTİDAR YORGUNLUĞU YA DA YIPRANMIŞLIK

Bu öge uluslararası konjonktürde olduğu gibi, Türkiyye'de de çok etkin çalışır.

Sosyal Demokratların tek başına ya da ortak olarak iktidarda bulunduğu süreler bir dönemi aştığı zaman, yıpranma ortaya çıkmakta ve bunu telafi etmek olanaklı gözükmemektedir.

Çünkü iktidardaki yıpranmanın en önemli nedeni, yönetimde etkin olamamak ve muhalefette iken savunulmuş olan ilkelerin yaşama geçirilememesi olarak göze çarpmaktadır.

Buna karşılık, sosyal demokratlar uzun süre muhalefette kaldıklarında, hiç bir şey yapmasalar dahi, bir süre sonra iktidar alternatifi durumuna gelebiliyorlar.

Tabii, bu günlerde, Türkiye'deki "bölünmüş" sosyal demokrat partiler açısından da aynı durumu görüyoruz: İktidar ortağı olan CHP, (başka önemli nedenlerle birlikte) iktidarda yıprandığı için oy kaybetmiş, muhalefette duran DSP ise oylarını arttırmıştır.

Fakat her iki partinin de "Khiçbier şey yapmadan" artık, oy artırmaları pek söz konusu gözükmemektedir.

Ecevit'i, 1977 seçimlerinde birinci parti yapan "umut" bugünlerde her iki sosyal demokrat parti açısından da pek söz konusu gözükmemektedir.

Bu nedenle her iki partinin de toplam yüzde 25 dolayındaki bir potansiyeli, (ki bu rakam ülke potansiyelinin en az 5 puan altındadır) paylaşmaları gelecek seçimler açısından normal bir sonuç olarak düşünülebilir.

EMEKÇİ ÖRGÜTLERİ VE GELENEKSEL MÜTTEFİKLERLE ORGANİK BAĞLAR

İngiltere ve İsveç modelleri bize sosyal demokrat partilerle emekçi örgütlerin organik ilişkilerinin ne denli hayat>î olduğunu öğreten deneyimlerdir.

İtalyan ve Fransız modelleri de aynı dersin tekrarı

niteliğindedir.

Türkiye'de ise, özellikle 1982 Anayasası'nın sendikalara ve sivil toplum kuruluşlarına siyaseti yasaklaması bu konuda, sosyal demokrat partilerle, emekçi örgütleri ve geleneksel müttefikleri arasında önemli bir boşluk yaratmıştır.

Sonuç olarak Anayasa değişiklyikleri yapıldıktan sonra da, sosyal demokrat partilerle, emekçi örgütleri arasındaki boşluk doldurulamamış, ve bugünkü, "işçi örgütlerinden kopuk" sosyal demokrat partiler dönemine gelinmiştir.

Gerek CHP, gerekse DSP, yalnız işçi örgütleriyle değil, mimarlar odası, tabibler odası, barolar gibi, önemli meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütlenmeleri ile de bağ kurmamışlardır.

İşin ilginç tarafı, her iki partide de bu yönde bir eğilim ya da istek görülmemektedir.

BAŞKA İTTİFAKLARIN ARANMASI

Avrupa'daki sosyal demokrat deneyimler, bize büyük ölçüde, çağımızda, yalnız emekçilere dayalı bir siyasal örgütlenmenin, iktidara gelmek için yeterli olmadığı konusunda önemli ipuçları vermektedir.

Özellikle faşist yönetimler sonrası ortaya çıkan sosyal demokrat iktidarlar, demokrasi adına, çok daha geniş ittifaklar oluşturmak yolunu seçmişler ve geniş kitleleri ikna edebildikleri oranda, başarıya ulaşmışlardır.

Oysa Türkiye'de, sosyal demokrat partiler, bırakınız, geniş kitlelerle ittifak edebilmeyi, diyelim ki, "esnaf örgütleri ile bile ("bile" diyoruz, çünkü bu örgütler sosyal demokratlara en yakın olan kesimlerden oluşmaktadır) ittifak gerçekleştirememişlerdir.

Bu arada gerek CHP'nin gerekse DSP'nin, parti içi "hizipçi" görüntüsü, zaten geniş halk kitlelerinde oldukça derin kuşkular yaratmıştır.

Geniş kitlelerdeki kuşkulların giderilmesi, bir yandan emekçi kitlelerle, bir yandan toplumun öteki güçleri ve katmanları ile ittifaklar kurulması, hiç kuşkusuz, herşeyden önce, Türkiye'deki sosyal demokrat partiler ile seçmen arasındaki "güven bunalımının" aşılmasına bağlıdır.

Türkiye gittikçe, "örgütlü toplum" olmaya doğru bir gelişme gösteriyor.

Bu çerçevede,pek çok sivil toplum örgütü, pek çok meslek kuruluşu, toplumsal ve siyasal olarak etkinliklerini arttırıyor.

Sosyal demokrasi, bütün bu farklı istem ve kesimleri dikkate alarak programını yapmak zorunda görünmektedir.

SONUÇ

Avrupa örneğine baktığımızda Türkiye'de sosyal demorasinin sorununun "bölünmüşlükten" daha derin temellere dayandığı derhal göze çarpmaktadır.

Birinci planda "güvenilirlik" konusu vardır.

Sosyal demokrat partilerin bu sorunu aşmaları, önce kendi partileri içindeki "hizipçi" görüntüden kurtulmalarına, sonra da birbirleri ile olan ilişkilerini düzeltmelerine bağlı görünmektedir.

Bundan sonraki aşama, emekçilerin örgütleri ve daha sonra da geniş halk kesimlerini temsil eden meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütleri ile diyalog ve organik bağ kurmalarına bağlıdır.

Bütün bu aşamalar hiç kuşkusuz, ciddi bir plan-program ve proje çalışması gerektirmektedir.

Türkiye'nin bugün eriştiği aşama, sosyal demokrasinin gelişmesine ve yeniden bir umut haline gelmesine çok uygun bir ortamı üretmiştir.

Bütün sorun, parti düzeyinde, belki, daha doğru bir teşhisle, lider düzeyinde bu gerekliliklerin bilincine varılması gibi görünmektedir.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 22 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional