Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

 

 

 

 

FELSEFE VE DEMOKRASİ ÜZERİNE ANILAR:

BABAM, ECEVİT, İNÖNÜ VE YİNE ECEVİT

 

Emre Kongar

 

 

Ben artık çok yaşlandım.

Daha doğrusu, artık kendimi "gereğinden fazla" yaşlı hissediyorum.

Ne demek kendini "gereğinden fazla yaşlı hissetmek"?

Galiba en önce, "huysuzlaşmak" ve bunun "bilincinde olmak".

Yani ortak karar gerektiren belli konularda, karşısındakinin beklentilerine pek uymasa da, onun arzu ve beklentileriyle tam uzlaşmasa da, kendi istediğini yapmak.

Yurt dışındaki bir konferans dizisini tamamlayıp Türkiye'ye yorgun argın döndüğümde, Zeynep Oral, Milliyet Sanat için "Felsefe ve Demokrasi" konulu bir yazı isteyince, ben de birdenbire "çok yaşlandığımı" hissettim.

Sözün kısası "huysuzlandım" birdenbire.

Süre sınırlı. Yer sınırlı. Oysa konu çok geniş.

Üstelik en son örneği olan Tanilli'nin kitabında gördüğümüz gibi, çok güzel de işlenmiş yıllar boyunca.

Bütün bunlara ek olarak, "Türkiye'nin Toplumsal Yapısı" adlı kitabımı "Yirmibirinci Yüzyılda Türkiye" adıyla yeniden yazmakla çok meşgulüm.

İki yıldan beri bu işle uğraşıyorum. Yayıncıma, bu yılın sonunda bitirmeye söz verdim. Üzerimde müthiş bir zaman baskısı var.

Bu durumda, Milliyet Sanat Dergisi ekibinin beklentilerine pek uymasa da, "Felsefe ve Sanat" konusundaki "düşüncelerimi" değil, "anılarımı" yazmaya karar verdim.

Düşünce üretilmesi gereken soyut bir konuda "anılar" olur mu diyeceksiniz!

Eğer, anneniz ve babanız felsefe hocası ise, eğer siz yıllarca politikanın içinde, lider düzeyinde felsefe ve demokrasi konularını tartışmış iseniz, olur elbette.

Hem burası Türkiye.

Devleti korumak adına çetelerin kayrıldığı, enflasyonu düşürmek adına geniş kitleleri daha çok ezici önlemlerin alındığı, vatanı kurtarmak sloganları arkasına sığınılarak bireysel ve örgütlü cinayetlerin işlendiği, demokrasiyi geliştirmek uğruna özgürlüklerin kısıtlandığı bir ülke burası.

Yani sadece çelişkilerle dolu bir dünyada değil, çelişkilerin yapısal özellik kazandığı bir toplumda yaşıyoruz.

Ben de neden "düşünce kırıntıları yerine anı parçacıklarından oluşan ile bir yazı yazmayayım" dedim ve aşağıdaki yazı ortaya çıktı.

* * *

"Felsefe ile Demokrasi" ilişkileri konusundaki ilk anılarım 1956 yıllarına dek geri gidiyor.

Çengelköy'de, iskelenin yanındaki iki gazinodan, Beylerbeyi tarafında olanında bir yemek sofrası.

Babam, Yahya Kemal ve arkadaşları.

Ben de sofranın bir kenarına ilişmişim. 15 yaşında, gençliğe doğru adım atan bir çocuk olarak, konuşulanlardan birşeyler kapmaya çalışıyorum.

O sıralarda dağcılığa merak sarmış olan ağabeyim sofrada yok.

Yaklaşık iki hafta önce, Demirkazık tepesine tırmanmak üzere, bir arkadaşı ile birlikte Niğde'ye gitmiş.

Bir ara söz ağabeyime geliyor. Babam çok heyecanlanıyor. O'nu, Engin Kongar'ı anlatmaya başlıyor:

Önce fiziksel gücünü vurguluyor: "Her gün jimnastik yapıyor, halter kaldırıyor. Bir yumrukta bir öküzü öldürecek kadar kuvvetlendi" diyor.

Daha sonra, bu yazının konusu olduğunu aradan uzun zaman geçince anladığım bir başka cümle söylüyor:

"Üstelik mükemmel felsefe bilir. Bu yaz bizzat ben okuttum. Artık, Moskova'ya bile eğitime gidebilir."

Gerçekten de o yaz ağabeyim, liseyi bitirmiş. Fen kolu mezunu olduğu için, sadece mantık ve sosyoloji okumuş. Felsefe okumamış. Babam bu eksiğini tamamlamak için, O'na bütün yaz felsefe okutuyor ve en sonunda da aile mecslisi önünde imtihan ediyor. Sonuç, yine babamın ağzından: "Aferin. Yetiştirdiğim en iyi öğrencisin."

Yemek sohbeti çerçevesinde, "felsefe bilen bir insanın", "gerçeklere uygun olmayan en güçlü ve en sistematik eğitimlere dahi direnç kazandığı" konuşuluyor.

Daha da ötesi, "felsefe bilen insanın" hangi sert ideoloji uğruna olursa olsun, "robotlaşmayacağı", "militanlaşmaya direneceği" konusunda düşünce birliğine varılıyor.

Gerçek bir "insansever" olan babam, tarihteki tüm kitlesel cinayetlerin, insanları kurtarmak adına işlendiğini, felsefe bilen bir kişinin artık bu safsataları yutmayacağını, demokrasinin insan haysiyetine en uygun rejim olduğunu söylüyor ve bu konu o gece için, "hümanist" yaklaşımların vurgulanmasıyla kapanıyor.

Böylece ben, felsefe ile demokrasi ilişkisini, babamın ağzından ve o zamanlar "idolüm" olan ağabeyime atıf yaparak bir daha unutamayacağım bir biçimde belleğime kazımış oluyorum.

Bu anımın, trajik de bir sonu var: Bu yemeğin ertesi günü gelen bir telgraftan ağabeyimin, bir hafta önce önce dağdan düşerek ölmüş olduğunu öğreniyoruz.

Yani babam ağabeyimi överken, o artık çoktan ölmüş ve gömülmüş.

* * *

Felsefe ile demokrasi konusundaki ikinci anı demetimin odağı 1976 yılı.

Ankara'da Göreme sokakta bir evde, Bülent Ecevit, Gündüz Ökçün, Bilsay Kuruç, Uğur Korum, Sevil Korum, Cahit Kayra, Vural Güçsavaş, CHP'nin 1977'de kabul edilen "Yeni Programını" yazıyoruz.

Rahşan Ecevit, başkanı olduğu "Köy Derneği" çalışmalarını yürüttüğü için, bize pek katılamıyor.

Işın Çelebi ve Mehmet Kabasakal, sekreterya hizmetlerini yürüten genç arkadaşlar. Mehmet Kabasakal, daha çok not tutuyor, toplumsal konulardaki müsveddeleri hazırlıyor. Işın Çelebi ise daha çok ekonomik konularda Bilsay Kuruç'un ilişkilerini kuruyor ve telefonlarını bağlıyor.

Grubun genel eşgüdümünü Cahit Kayra sağlıyor.

Ekonomik konularla daha çok Bilsay Kuruç, dış ilişkilerle de daha çok Gündüz Ökçün ilgileniyor. Toplumsal ve kültürel konularla da genellikle ben ilgileniyorum.

Bu toplantılara zaman zaman Turan Güneş de katılıyor.

Esas olarak, Parti'nin programını satır satır yeniden yazıyoruz.

İşte bu çalışmalar sırasında Ecevit, her zaman felsefe eğitiminin önemini vurguluyor.

Esas tezi şu: Lise sıralarında iyi bir felsefe eğitimi verilse, Türkiye'nin pek çok siyasal sorunu çok daha rahat çözülebilir.

Dönem, solda ve sağda şiddet hareketlerinin "öğrenci eylemleri" ya da "gençlik eylemleri" adı altında yaygınlaştığı sıralar.

Ecevit, şiddet olayları konusu açıldığı zaman sözü derhal, temel çarenin "felsefe eğitiminde" olduğu noktasına getiriyor.

Ben kendisine hemen hemen her defasında "sosyolojinin" de önemini hatırlatıyorum ama O, konuyu hiç saptırmıyor, felsefe üzerindeki odaklaşmasını sürdürüyor.

Zaman zaman varlıkbilim (ontoloji) ve bilgi kuramı (epistemoloji) konularında derinleşiyoruz.

Ecevit'in Hint felsefesine egemenliğinden de kaynaklanan lezzetli sohbetler çıkıyor ortaya.

Ama her seferinde dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: Gençlere iyi felsefe eğitimi verilebilseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Çünkü felsefe, herşeyden önce, "mutlak doğru" denilen "dogmaların" yani "uğrunda cinayet işlenen doğruların" ne denli göreli, ne denli insana göre değişen ve ne denli değişken toplumsal, siyasal ve ideolojik gerçekler olduğunu öğretirdi.

Böylece gençler, uğrunda cinayet işledikleri "dogmaların", değimez ve mutlak gerçekler değil, zamana ve toplumlara göre değişen göreli kavramlar olduğunu öğrenir, asıl değişmez doğrunun yani "dogmanın" "insan sevgisi" olduğunu anlarlardı diye düşünüyoruz.

Ecevit, bu sıralarda Türk Felsefe Kurumu'nun konuğu olarak Hacettepe Ünviersitesi'nde bir konferansa geliyor.

Konu esas olarak, inancın ve bilginin felsefedeki ve siyasetteki yerinin tartışılması.

Gerek sunuş, gerekse benim de katıldığım sonraki tartışmalar ile konu enine boyuna iyice irdeleniyor.

Herkes, lider düzeyindeki bir politikacının bu konudaki derinliğinden etkileniyor.

* * *

Felsefe ve demokrasi ile ilgili anılarımın üçüncü bölümü 1990'lı yıllara ilişkin.

Erdal İnönü, Sevinç İnönü, Duygu Büke Uğur Büke, Tosun Terzioğlu, Nuran Terzioğlu, Yiğit Gülöksüz, Güven Gülöksüz, Korel Göymen, Güldal Göymen, Süha Umar, Tülin Umar, Ünlü ailesi, Bilgi Kongar ve ben, pek çok yılbaşını birlikte geçiriyoruz.

Yeni yıl konuşmalarını, geceyarısına çeyrek kala, ben yapıyorum ve her seferinde bir punduna getirip, zamanın ve uzayın sonsuzluğundaki insanın hiçliğine değinerek sözü, siyasetin ilkelerine ve demokrasinin erdemlerine, insanoğlunun mutluluğuna getiriyorum.

Her defasında da, geceyarısı kutlamaları yapıldıktan sonra, Erdal İnönü genellikle Voltaire'den alıntılar yaparak bana bir yanıt veriyor ve felsefe'nin yaşamındaki somut katkılarını anlatıyor.

Kimi zaman Zenon'un paradoksunun Yunan Dışişleri Bakanı ile olan müzekerelerde nasıl işine yaradığını, kimi zaman, babasının yaptıklarını felsefe yoluyla nasıl daha iyi nasıl algıladığını kimi zaman da siyasette karşılaştığı güçlüklerle başederken, onları aşmakta felsefeden nasıl yararlandığını belirtiyor.

* * *

Felsefe ve demokrasi konusundaki son grup anılarım, çok yakın geçmişe ilişkin.

Ecevit'in Başbakan yardımcısı olduğu bugünkü hükümet kurulmuş.

Dürsüt bürokrat, iyi insan Hikmet Uluğbay, Milli Eğitim Bakanı.

Ben Cumhuriyet Gazetesi'nde her pazartesi köşe yazıları yazıyorum.

Bir yazımı, felsefe eğitiminin demokratikleşmemize yapacağı katkılar üzerine kaleme alıyorum. Çünkü tam bu aralarda "Sekiz Yıllık Temel Eğitim Yasası" artık yürürlüğe konuyor ve "müfredat programları" da yeniden gözden geçiriliyor.

Derken geçenlerde gazetelerde bir haber: Felsefe dersleri yeniden zorunlu dersler arasına konuluyor.

Böylece gençlerimiz, "felsefe bilen" insanlar olarak hayata atılacak.

Kendi kendime, "Bu hükümet başka hiçbir başarı göstermese bile, salt bu uygulaması için hakkımı helal ederim" diyorum.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional