Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

18 Ocak 2016

Cumhuriyet'ten iki Yazar, İki Yazı.

İlerde basın tarihi yazılırken yardımcı olmak amacıyla, çok dikkat çekmeyen ya da dikkat çektiyse bile üzerinde durulmayan, ikincisi birinciye yanıt olan iki yazıyı art arda yayınlamak istiyorum bugün.

Birinci yazı aşağıda alıntıladığım 8 Ocak 2016 tarihli Nuray Mert'in yazısı.

* * *
"İktidarın en büyük düşmanı!

08 Ocak 2016 Cuma

Öyle bir hal içindeyiz ki, artık mesele demokrasi, özgürlükler, otoriterlik, başkanlık vs. bile değil! Öyle bir çukura düştük ki artık aklıselim, edep, adap, insanlık, hepsi tedavülden kalktı. Derme, çatma İslamcılık-sağcılık-milliyetçilik karması bir siyasal ideoloji peşinde ülke yangın yerine döndü. Dahası, söz konusu olan ideoloji bile değil. 'Maduriyetin isyanı' sandığımız meğer öfkeye dönmüş bir aşağılık kompleksi, 'haysiyetli bir itiraz' sandığımız meğer pespaye bir intikam duygusu imiş. Marazi sandığımız esas, esas sandığımız 'riya' imiş. Bilemezdik, insana değer veren kimse bilemezdi. 'İnanmasaydınız' diye kimse üste çıkmaya çalışmasın, onların da ne olduğunu biliyoruz. İnsana değer veren, kendi sözüne sahip çıkmakta ne kadar titizlenirse, başkalarının da sözünü de o denli önemser, ciddiye alır, bu saflık değil, ilkesel, ahlaki bir seçimdir. Gerisi, sözünü, kişiliğini ciddiye aldığınız 'muhatabınızın', siyasi değil ahlaki sorunudur.

Nefis meselesi...

Az gittik, uz gittik, anlaşıldı ki 'artık muhafazakâr demokratız, özgürlükçüyüz' diyenler meğer sıradan mezhepçi/İslamcı- Türkçü milliyetçi kafadan bir adım öteye gitmemişler. Dahası o bile değilmiş, mesele terbiye edilmemiş bir nefis meselesi imiş. Meğer isyan ve itiraz ettiklerini sandığımız dünyayı, çevreyi çok gözlerinde büyütmüşler, ezikliklerinin asıl sebebi buymuş, öfkelerinin bir türlü dinmemesi bundanmış. Aslında, 'Beyaz Türkler' edebiyatının satır altı 'beyazlaşma' ihtirası, bu o kadar belli ki, meğer dinmeyen hırçınlıklarının nedeni buymuş. O nedenle, kendini ancak küfürle ifade edebilen, ama 'aslında kötü bir insan olmadığı için' eşi dostu kahkahalara boğan, 'sohbet ehli' birinin ardından bunca yas tutuluyor. Peki, 'kötü insan' kime denir acaba? Ağzı bunca bozuk biri ile şen kahkahalar atmak neyin nesi? Belli ki bunların hiçbir önemi yok, mesele şu: aslında hepsi ağız dolusu küfür etmek isterlermiş, abileri onlar için küfrediyormuş! Onun için abilerini çok seviyor, onunla çok keyifli vakit geçiriyorlarmış. Efendi görünmek için kendilerini çok zorlamışlar, çünkü sahiden efendi/ hanımefendi değilmişler, nezaket, edep, adap katlanmak zorunda kaldıkları bir şeymiş. Onun için yeterince güçlü olduklarında ortaya dökmekte mahsur görmüyorlar.

Kasaba zevki...

İslam adına, Osmanlı medeniyeti adına ortaya dökülen, etrafı kırıp geçirenler, bırakın İslamı, Osmanlı medeniyetini, edepli bir adam/kadın sayılacak meziyetlerden haberleri yok, umurlarında değil. Kendilerini mirasçısı saydıkları medeniyet içinde hiçbir yerlerinin olamayacağının farkında olacak kadar tarih bilgileri, kültürleri, bunları tartacak şahsiyetleri de yok. Tam da bu nedenle, 'Osmanlı kültürü' diye kasaba zevkine sarılmaları da şaşırtıcı değil, İslam adına tavşanın suyunun suyunun suyuna talim etmeleri de!

İdeoloji bile değil, işte böyle bir ruh hali, böyle bir zihniyet dünyası bizi yönetiyor, bu zihniyeti otoriter bir sistemle lehimlemeye çalışıyor. Böylesi, tehlikeli bir iflasın ilanı, başka bir şey değil. Geçmişini, kültürel birikimini inkâr edenlerin girdiği çıkmaz yolun sonu, onlara karşı çıkmak adına beslenip büyütülen en bayağısından bir intikam çukuru oldu. Ne tarihi, ne medeniyeti, ne dini? Sonunda geleceğiniz yer, 'bizim adımıza söven adam'! 'Bir büyük itirazın' dili ağzı bozuk olmaz, sizinki sıradan bir hayıflanmaymış, dışlanmışlıktan, küçümsenmekten haysiyetli bir isyan çıkarmak kim, siz kim? Sizinki, eziklerin sinsiliğine sığınmak, bükemediği eli öpmek, fırsat bulunca öptüğü eli deli gibi bir öfke ile koparmak azmi imiş. Bırakın, beyaz Türkler, siyah Kürtler, Rusya, İran, işinize gelince size dost, gelmeyince düşman ilan ettiğiniz NATO, AB, ABD, velhasıl 'yedi düvel düşmanı', kendinizle uğraşın! Size en büyük düşman kendinizsiniz, başkasına hacet yok!"

Yazı bu kadar.

* * *

Bu yazının esas sorunlu bölümü, girişte siyahla vurguladığım cümleler:

Yazar, yanıldığını ifade ederken, niçin yanıldığını açıklamak için, bu kısa yazısının kendi mantığına bile aykırı argümanlar kullanıyor.

Önce, AKP'ye ve Erdoğan'a, yani karşısındakinin sözüne inanmasını, "insana değer vermek" ve "kendi sözüne sahip çıkmak" gibi ilgisiz iki argümana bağlıyor...

Sanki insana değer veren ve kendi sözüne sahip çıkmakta titizlenen insan, karşısındakilerin her söylediğine inanan saf bir kişi olmak zorundaymış gibi.

Sonra da kendisinin Erdoğan'a ve AKP'ye inanmasını eleştirenleri, " 'İnanmasaydınız' diye kimse üste çıkmaya çalışmasın, onların da ne olduğunu biliyoruz" sözleri ile suçlayıveriyor.

Yani bir yandan AKP ve Erdoğan'a inanacak, çünkü o, "insana değer veren" ve "kendi söylediklerine sahip çıkmakta titizlenen" bir kişi...

Ama öte yandan ona "inanmasaydınız" diyenleri de "onların ne olduğunu biliyoruz" diyerek insana değer vermeyen bir biçimde küçümseyecek ve suçlayacak.

Demek ki, AKP'yi ve Erdoğan'ı dinlerken, "insana değer veren" ve "kendi söylediklerine titizlikle sahip çıkan", bu nedenle de karşısındakine inanan bir kişi ama, "inanmasaydınız" diyenleri dinlerken, birdenbire "insana değer veren" ve "kendi söylediklerine sahip çıkan kişi" kimliğinden sıyrılıveriyor ve onların söylediklerine inanmıyor, çünkü "onların ne oldukları biliyor".

Yazar, bırakın yaşamın gerçeklerini, bu kısa köşe yazısının kendi içindeki mantığına bile aykırı bir söylem kullanıyor.

Elbette yazı bundan ibaret değil...

Yazara haksızlık etmemek ve şu andaki düşüncelerini doğru aktarmak için, yazının tümünü alıntıladım.

Şimdi bu yazı üzerine Güray Öz'ün 10 Ocak tarihinde yazdığı yazıya bakalım.

* * *
"AKP’nin Yalnızlaşma Stratejisi

10 Ocak 2016 Pazar

İktidarın laikliği tümüyle geçersiz kılacak adımlarını alttan yukarıya her düzeyde uygulamalar, 'inisiyatifler' tamamlıyor. Diyanet’in sitesinde uzun bir süredir 'iş gören' bölümdeki, 'dinin Kur’an lafzına, Hadislere uygun yaşanmasını amaçlayan' fetvaların evrensel insan hakları açısından kabul edilemez, savunulamaz noktalara ilk kez geldiğini sananlar yanılıyorlar. DİB epeydir Sünniliğin gittikçe daralan yorumları ile işbaşındadır. 'Beyaz Türkler'den geldiği iddia edilen 'mahalle baskısını' tersine çeviren 'Cuma baskısı' da Suudilerdeki 'Namaz Polisi'ne doğru yumuşak bir geçişin işareti olabilir.

Doğal karşılanması doğal değildir; ancak bu konudaki teolojik tartışmayı, köktencilerle inançlarını evrensel insan hakları kazanımlarının ışığında yorumlayarak yaşamak isteyenlere bırakmak işin doğrusudur.

* * *

Bizim yapmamız gereken ise işi kan davasına çevirmeden AKP’ye bu konuyu da kapsayan destek konusunda tutum belirlemek, ortak mücadele kapısı açmaktır. Bir durum saptaması gerekiyor. Kuşkusuz AKP’ye desteği bırakıp mücadeleye girişen arkadaşların tümünü aynı şekilde değerlendiremeyiz. Kimileri var ki, şimdi mangalda kül bırakmasalar da kriminal bir projenin parçasıydılar. Devam ediyorlar. Ama gerçekten yanılmış olanları ayırmakta yarar var. Onlar da zaten AKP’ye desteklerini farklı bir şekilde açıklıyorlar.

* * *

Örneğin o çevrelerde yer almış bir yazarımız, gerçekten sert bir şekilde eleştirdiği Erdoğan’ı geçmişte neden savunduğunu şöyle açıklıyor: 'Bilemezdik, insana değer veren kimse bilemezdi.' Hayır, doğru değil, insana değer veren bazı kimseler bilebiliyorlardı. O 'kimseler' bizler; solcular, sosyalistler, Marksistler oluyoruz. İtirazlarımız konusunda epeyce bir külliyat da birikti. Ama cümlenin devamı vahim. 'İnanmasaydınız diye kimse üste çıkmaya çalışmasın, onların da ne olduğunu biliyoruz.' İşte bu olmadı; şimdi bizim değerli yazara 'söyleyin bakalım ne olduğumuzu' deme hakkımız yok mu?

* * *

Konunun 'insana değer vermekle' ilgisi yoktur. 'İnsana değer vermeyenlere karşı çıkmakla' ilgisi vardır. AKP’nin iktidar öncesinin de sonraki yıllarının da 'günah kazanı' ağzına kadar doludur. Kimileri şimdi artık gereksizleştiği için bırakılmış takıyyeyi o zaman gördüler; siz ise 'muhafazakâr demokrat' olunup olunamayacağını bile tartışmadınız. Hâlâ tartışmıyorsunuz. 'İslamda muhafazakârlığın' ne anlama geldiğini düşünmek bile istemiyorsunuz. Oysa Orta ve Uzakdoğu’nun, Afrika’nın Müslüman ülkeleri size çok bilgi belge sunabilirdi. Batı literatürü de zengindir. Olmadı, bakamadınız, zaman bulamadınız belki.

* * *

AKP’ye 'en büyük düşman kendinizsiniz' diyorsunuz ya, işte ona katılıyorum; gerçekten AKP kendi kurduğu 'yalnızlık stratejisi' ile kötü durumdaymış gibi görünüyor. Ama ben yine de kuşkudayım. Aklıma kalıcı bir baskı rejimi isteyenlerin 'yalnızlaşmayı' bilerek seçtikleri örnekler geliyor. Herkesi siyaset dışına sürerek yalnız kalırlar, tekleşirler ve baskıyla, zorbalıkla 'yalnızlıklarını' kelimenin gerçek anlamıyla 'ortadan kaldırır'; kitleselleşirler.

Mücadele edenlerin ise, sosyalist, Kemalist, liberal, demokrat ya da genel söyleyelim muhalif, birlikte çaba göstermesi gerekir. AKP’nin zayıflıkları sonraki meseledir."

Yazı bu kadar.

* * *

Görüldüğü gibi, Cumhuriyet Gazetesi'nin aynı zamanda Okur Temsilcisi de olan köşe yazarı Güray Öz, Nuray Mert'e, siyahla vurguladığım satırlarla doğrudan yanıt veriyor.

Mesele elbette, yazarların Demokrasi anlayışı ile de yakından ilgili.

Referansı din ve hatta din bile değil, mezhep olan bir partinin ve liderin, demokrasi getireceği gibi bir safsataya inanmak, biraz tarih ve biraz siyasal bilim bilen birisinin kolayca düşeceği bir tuzak değil...

Hele hele, şu ya da bu nedenle böyle bir tuzağa düşüp böyle bir safsataya inandıktan sonra:

"İnanmasaydınız" diyenleri "onların da ne olduğunu biliyoruz" sözleriyle niteleyerek, kendisini eleştirenlere saldırmak, hangi mantığın, hangi yazarlığın ve hangi demokratlığın sonucudur, anlamak zor.

* * *

İkisi de, iki gün arayla Cumhuriyet'te yer alan bu iki yazıyı, ilerde bu konuda araştırma yapacak olanlara malzeme olsun diye art arda yayınladım.

Nuray Mert'in yazısına karşı Merdan Yanardağ'ın da 9 Ocak'ta internet gazetesi ABC'de yazdığı ağır bir eleştiri yazısı var; meraklısı onu da isterse aşağıdaki adreste bulabilir. http://abcgazetesi.com/yazar/bir-yetmez-ama-evetcinin-dramatik-kaytarma-girisimi-5738.html

* * *

Ben yukardaki her iki yazı da Cumhuriyet gazetesinde yer aldığı için tartışmayı ilginç bir basın olayı olarak kayda geçirmek istedim.

Bu bunalım günlerinde, sadece siyasal tarihin değil, medya tarihinin de ilginç sayfaları yazılıyor...

Gelecek kuşaklar hayret ve ibretle izleyecekler!


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional