Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

2 Aralık 2013

İslam Ve Demokrasiyi Tartışmak...

Geçen hafta altıncı yazımla, gazetedeki "İslam ve Demokrasi" konusuna bir ara verdim ve bu yazılara gelen yorumlardan bazı bölümleri sitemde Pazartesileri yazdığım "Güncel" bölümünde yayınlayacağımı belirttim.

Bu altı yazıda İslam alimi Prof. Hayrettin Karaman'ın muhafazakar görüşlerine ve onları eleştiren kendi düşüncelerime yer vermiştim.

Bir aradan sonra, İslam ve Demokrasi konusunda Hayrettin Karaman'dan farklı düşünen, örneğin Yaşar Nuri Öztürk gibi yerli ve yabancı bilginlerin görüşlerine yer vereceğim.

Şimdi, kızlı-erkekli evler konusuna da değinen, Yaşar Nuri Öztürk'ün bir kitabından alıntılar içeren uzun ve ilginç bir okur mektubundan bazı bölümler ile başlıyorum...

Gelecek haftalarda da devam edeceğim.

* * *

Değerli okurum O. A'nın mektubu şöyle:

"...Ben Sayın Hayrettin Karamanın 'Mahalle baskısı' yazısıyla ilgili olarak da bu konuda bir yazı yazdım. Osmanlıda KURUMSALLAŞMIŞ olan Hamamlarda ki Hiz oğlanlarından ve kurumsallaşmış muhafazakar sapkınlıklardan bahsettim. Sizin konunuzla ilgili olduğu için aynen size de kopyala/yapıştır yapıyorum,

Buyurun okuyun;

Sayın Hayrettin Karaman

Burada söz konusu olan bizim göz bebeğimiz, çocuklarımız, yani öğrenciler ve Öğrenci evleridir.

Benim oğlum da gurbette okuyor.

Haliyle insanın içine sıkıntı giriyor. Huzursuzluk ve tedirginlik oluşuyor.

Oğlum, 20011'de Üniversiteyi kazandı. Yurda kabul edilmediği için Ev kiraladık. (Daha önce banka kredisiyle ev almıştım . Yani üzerimde tapulu ev gözüküyor. Maaşımın tamamı ev kredisine gidiyor. Eşimin maaşı ile geçinmeye çalışıyoruz.)

Oğlum 4 Arkadaşıyla birlikte üç yıldır, kiraladıkları o evde kalıyor.

Mühendislik okuyan oğlum varını yoğunu ortaya koyup ders çalışıp sınıfta kalmamaya böylece bize daha fazla yük olmamaya çalışıyor.

Kuruşun hesabını yapıyoruz. Oğlum orada biz burada 'geçim-yaşam' savaşı veriyoruz.

Her yere 6 ayda gök delenleri dikenler, Üniversiteleri açarken doğru düzgün yurt yapmış olsalardı, ne böyle bir sorun olurdu, ne de çocuklarımız, gençlerimiz rencide olurdu.

Siz bile böyle bir yazıyı yazma lüzumunu hissetmezdiniz.

Şimdi de olaya gelenek ve göreneğimize göre bakarsak,hiç kimsenin, diğerinin hayat tarzına karışmaya hakkı olmadığını görürüz.

Bütün dünyada olduğu gibi, Bizim Geleneğimize göre de EV, erkeğin dolayısıyla o evde yaşayan bütün fertlerinin kalesidir.

Bunu yıkıp yerle bir mi edeceğiz şimdi!?

Özel Haneye hiç kimse tecavüz edemez.

Konumuz aynı mahalle de yaşayan insanların birbirlerine göre davranışları ise, Halk sizin söyleminizle hareket edecek olursa; Hoşuna gitmiyorsa Zamanla birbirlerinin giyim kuşam tarzına da bu arada müdahele edilebilecektir. Tam da burada bu müdahaleler de bir sınır yoktur, bir sınır koyamazsınız da. Mahalle yaşanmaz bir cadı kazanına döner. Mahalleler ayrışmaya başlar.

Konuyu öğrencilerden çıkarıp toplumun geneline yayarak bakarsak, tarihten de örnek verirsek, çok ilginç tespitlerle karşılaşırız.

Bildiğiniz gibi, Osmanlıda hamamlar mahallelerin içinde neredeyse meskenlerle, evlerle sırt sırta bitişik vaziyettedir.

Hamamlar, Mahalle halkının ortak yaşam alanı gibidir.

Durum ve konum böyleyken buyurun okuyun:

Muhafazakar mantığa göre ESKİ hep iyilerin ve hayırların toplamıdır. Osmanlı'nın hamamlarındaki 'hiz' oğlanı ticaret ve icraatı hiç anılmaz ama BUGÜNKÜ transseksüellere lanet yağdırılır, çünkü onlar bugünküdür.

Osmanlı'nın homoseksüelliği nasıl belgeli-resmî bir eğlenceye dönüştürdüğünü anlamak için hiz oğlanlığı kavram ve kurumunu incelemek yeter.

17 yüzyıldan kalan ve tek nüshası tarihçi Murat Bardakçı'da bulunan ve o devir hamamcılar kethüdası Derviş İsmail tarafından yazılan Dellaknâme-i Dilküşa (Gönüller Açan Tellaklar Risalesi) bize gösteriyor ki o devir İstanbul hamamlarının sayısı 400 küsur; buralarda çalışan tellakların sayısı ise yaklaşık üç bindir. Bu tellakların bir kısmı aynı zamanda hiz oğlanı yani 'döşek yoldaşı' hizmeti de vermekteydi.

Muhafazakar anlayışın 1960'lı yıllarda saçını birkaç santim uzatan göğsüne küçük bir kolye takan gençlere ne gibi zulümler yaptığını çok iyi bilenlerdeniz. O kafalar bu kötülükleri yaparken hep eskinin 'cennet gibi' dünyasına, ecdadın pirupak tertemiz tavır ve üslubuna giyim-kuşamına atıf yapardı. Oysa ki daha 17 yüzyılın başlarından itibaren İstanbul sokaklarında değil kadınlar, alımlı-güzel erkekler bile rahat dolaşamazlardı Ayrıca 'pırpırı perçemli kabadayı ve Cezayir kesimi giyenler' diye anılan gençler, tüm göğüsleri diz kapaktan bir karış yukarısına kadar bacakları açık gezerlerdi.

Yeniçeri olmak için başvurup sıra bekleyen ve civelek diye adlandırılan genç oğlanların nelerle karşılaştıklarını tarihçiler şöyle anlatıyor:

Genellikle güzel ve yakışıklı delikanlılardan seçilen civelekler sokağa nadiren çıkar ve dışarıda bir kazaya uğramamak için yüzlerini hasır püskülünden yapılmış bir peçeyle örterlerdi Arada bir sakındıkları kazaya uğradıkları da olurdu. Bugün metroseksüel diye anılanlara o günlerde genç iseler civelek, yaşlı iseler teneşir horozu denirdi (Murat Bardakçı Hürriyet 18 Ocak 2004)

Şu birkaç satır bile muhafazakarların o ilahlaştırdıkları Osmanlı düzeninin nasıl bir yozlaşmış düzen olduğunu anlatmaya yetmektedir.

Muhafazakarlık denen pagan illetinin bugün anımsadığımızda öfkemizi kabartan dindışılıkları vardır. Örneğin Arap'ın sarığını bize asırlarca İslam'ın alameti gibi gösterip takdis ettirdiler. Dedemden öyle gördüm filan, büyük alim başına örtmüştü.

Hatta Peygamber Efendimiz örtmüştü, nasıl olur da kutsal olmaz?! Peki Peygamber Efendimiz'in baş düşmanı Ebu Cehil ne örtmüştü? Acaba o baş düşmanın sarığı Peygamberimizinkinden daha az mı görkemliydi? Hayır tam tersine O halde sarık nasıl oluyor da kisve-i resul oluyor?

Hz. Peygamber'e aşkıyla da ünlü olan şair Neyzen Tevfik (ölm 1953) bu çarpıklığa isyan ederken o Arap alameti sarığı özellikle yine İslam alameti haline getirilen ve uğrunda padişahlar tekfir edilen Yunan fesi üstüne sarılananını bakın nasıl tanıtıyor:

Utanırdan garazım menfaatinden korkar
Yoksa her şeye müsait o sarık kanlı yular
Sargı sarmış gibi bir kör çıbana manzarası
O kızıl fes o Grek damgası yüzler karası

Bu ülke ve insanları işte bu abeslerle yıllarını özlemlerini beklentilerini yitirdiler

Ruhlarını akıllarını yitirenler oldu. Neymiş? Biz muhafazakarmışız!

Kur'an'da iki zihniyet ve iki kanıt çok önemlidir. Bunların biri şirkin ötekisi tevhidin tavrı ve kanıtıdır:

Kur'an ışık kutbu olan peygamberler mesajı ile onlara karşı çıkan karanlık kutup şirk mesajını karşı karşıya getirdiğinde her birini bir kanıtla sembolleştirmektedir Bu karşılıklı kanıtların şirki sembolize edeni şöyle ifadeye konmuştur:

Eğer doğru sözlülerseniz atalarımızı kanıt getirin! (Dühan 36; C siye 25)

Dikkat edilirse şirk tarafından istenen kanıt kişilerdir, değerler ve ilkeler değil. Akıl ve aydınlık temsilcileri olan peygamberlerin bu sembol isteğe yanıtları bir kelimelik bir farkla şudur:

Doğru sözlülerseniz bana ilimle haber verin! (En'am, 143)

Bu istek özü bakımından aynı olan şu sözcüklerle de dile getirilmiştir:

Eğer doğru sözlülerseniz kitabınızı getirin! (Saff t 157)

Eğer doğru sözlülerseniz bundan önceki bir kitap yahut bir ilim kalıntısı getirin! (Ahkaf, 4)

Peygamberlerin istediği kanıt kişiler değil değerler ve ilkelerdir: Bilim, kitap, bilim kalıntıları bilimsel eserler.

Muhafazakârlığın karşıtı Kur'an da hanîfliktir. Hanîf; sapık zındık damgası yemeyi göze alarak ecdat kabullerine karşı çıkan devrimci demektir. İbranice'de bu kelime atalar dininden sapan zındık anlamındadır Kur'an bu kelimeyi hanîfliğin babası olarak gördüğü Hz İbrahim'i öven bir sıfat olarak kullanır.

Kur an a göre gerçek bir mümin aynı zamanda gerçek bir hanîf olmalıdır.

Hanîfliğin babası Hz İbrahim'dir O bizzat babasının en ileri temsilcilerinden biri olduğu atalar dinine karşı çıkışıyla ünlüdür. Bu karşı çıkış onu ataları ve toplumu nezdinde zındık-dönek-sapık diye yaftalamıştır. Kur'an ise bu sıfatı tevhide uygunluk adına üstlenilen bir sıfat olduğu için bir övünç aracı olarak kullanmış ve tevhidin en büyük peygamberlerinden birinin temel niteliği olarak sonsuzlaştırmıştır. İbrahim hanîf ve muslinidir Böylece Kur'an, atalar dinine karşı çıkışın insanı Allah'a teslimiyete götürdüğünü de dolaylı bir biçimde ifadeye koymuştur.

Din anlamında İslam Allah'ın faaliyetlerinden biridir: siyaset ise insanın faaliyetidir.

Dine yöneliş din ihtiyacı her zaman evrensel genel ve derinliğine bir ihtiyaçtır.

Huntington'ın deyimini kullanırsak dine yöneliş daima küreseldir. Ve 'global bir olgu global yaklaşımlar global açıklamalar gerektirir.' (Huntington; The Clash of Civilizations, 97) Siyasallaşan din ise tanrısal iradeyi mesajın evrenselliğinden taviz pahasına yerel beklenti ve çıkarların keyfine uydurur.

Siyasal İslam işte böyle bir yanlışla iş gördü ve bu yüzden de dinin temel kazanımlarını beklentilerini saptırdı. Siyasal İslam adına hareket eden köktenci hareketler belirgindir ve dikkat çekici politik etkiler yaratır. Ne var ki bu hareketler görünenden çok derin ve engin olan dinsel eğilimlerin sadece yüzeysel dalgalarıdır (Huntington; aynı eser 96) Bunun içindir ki siyasal İslam din adına ortaya çıkarıp temsil ettiğinden çok fazlasını ve çok daha önemlisini boğup yok etmiştir.

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK.

Bu eklediğim yazıya göre; Şu soru aklıma geliyor, Mahalleliyle iç içe olan Osmanlı Hamamlarında bütün bu olan bitenden herkesin haberi olduğu halde hiç kimse bu sapkınlığa neden sesini çıkarmamış.

Devletin sesini çıkarmaması nedeniyle , bu sapkın ilişkilere halk da tepkisiz kalmış olabilir mi?!

Ayrıca şu soruyu da kendimize sormamız gerekmiyor mu. Ahlak sadece Cinsellik midir.?

Ahlak bir bütündür. Ahlaksızlıkların da bir bütün olduğunu neden gözden kaçırıyoruz. ?

Esenkalın"

* * *

Okurumun mektubu bu kadar...

Yorumlar sizin...

Haftaya başka mektuplarla devam edeceğim.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 15 Nisan 2024

Valid HTML 4.01 Transitional