Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 

22 Ekim 2012

Fatih Hilmioğlu

Hacettepe'de tıp okurken, babasını bir terör saldırısına kurban veren İnönü Üniversitesi Eski Rektörü Fatih Hilmioğlu, Ergenekon denilen davadan tutuklu yattığı cezaevinde, 21 yaşındaki oğlu Emir'in bir trafik kazasında öldüğü haberini aldı.

Cenaze için izinli gittiği Ankara'daki evinde yatmasına bile müsaade edilmedi, gece cezaevine götürüldü.

Dün Cumhuriyet'te Hilmioğlu'nun trajedisini yazdım.

Türkiye'nin genel sorunu olan uzun tutukluluk yargılamalarını yaşayan Hilmioğlu'nun ayrıca bir de evlat acısıyla sarsıldığını anlattım.

Tutukluluk sürecinde, mahkemede yaptığı savunmadan bölümler aktararak bir hekimin nasıl kendi sorunu yerine hasta arkadaşlarına odaklandığını belirtmeye çalıştım.

Bugün, 22 Kasım 2011 tarihli savunmasının tam metnini burada aktarmak istiyorum:

Sayın Başkan, Sayın Üyeler, Sayın Cumhuriyet Savcıları

Sizlere ve salondakilere saygılar sunarak konuşmama başlıyorum.

Sayın Başkan,

Savunmam ile ilgili konuşmama başlamadan önce izninizle son yaşanan Kaşif Kozinoğlu'nun ölüm olayına ilişkin olarak mesleğimin gerektirdiği s orumluluk nedeniyle bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.

Sayın Başkan,

Bundan önce yine mesleğimle ilgili olarak yapmış olduğum bir konuşmada son olarak tahliye olan ve kendisini ilk kez burada tanıdığım Mehmet Koral'ın bana göstermiş olduğu ve 20'ye ulaşan tansiyon değerlerini sayın heyetinize göstermiş ve bu yükseklikteki tansiyon değerlerinin tıbbi açıdan iki sonucu olacağını, bunlardan birinin kalp enfarktüsü, diğerinin ise beyin kanaması olduğunu ve her iki durumun da ani ölümle sonuçlanabileceğini ifade etmiştim. Bu nedenle bu tür hastaların ilgili uzman doktorların olduğu bir merkezde birkaç haftalık tedavi ile tansiyonlarının kontrol altına alınması gerektiğini arz etmiştim.

Bu konuda sizleri bilimsel olarak inandıramadım. Ancak ismini bile ilk kez bu dava nedeniyle duyduğum Kaşif Kozinoğlu'nun, 20'ye ulaşan yüksek tansiyon sonucu enfarktüs geçirerek yaşamını kaybetmesi, bu konuda daha önce söylediklerimin tümüyle bilimsel bir gerçeğe dayandığını açıkça göstermektedir.

Benzer şekilde "ölümcül kalp ritm bozukluğu" olmasına rağmen ve cezaevinde ağır stres koşullarında olan bir başka hasta, Mehmet Haberal' dır. Mehmet Haberal'ın da bu koşullarda 'yüksek ölüm riski' taşıdığını söylemiştim. Ayrıca dünyanın en önemli tıp merkezlerinden biri olan Harvard Üniversitesi'nin Kardiyoloji Bölümü' nün bu konudaki bilimsel yayınını da göstermiştim. Harvard Üniversitesi'nin bu konudaki bilimsel yayınının da sayın heyetinizce dikkate alınmadığını üzüntüyle görmekteyim. Bu bilimsel değerlendirme ve bilimsel yazıların doğruluğunun heyetinizce dikkate alınması için Mehmet Haberal'ın da akıbetinin Kaşif Kozinoğlu gibi olması mı gerekir?

Yine burada şahit olduğum bir başka hasta Yusuf Erikel'dir. İlk kez burada tanıdığım ve sizlerin meslektaşı da olan bu kişi, bir yıl boyunca şikayetleri nedeniyle gittiği Silivri Devlet Hastanesi'nde grip vs. tanılarıyla geçiştirilmiş ve geniz tümörü 6-7 cm çapa, yani bir portakal büyüklüğüne eriştikten ve sayın mahkemenizin huzurunda kan kustuktan sonra ancak tahliye olabilmiştir. Kanserde erken teşhisin tedavide ne denli hayat kurtarıcı olduğunu artık on yaşındaki çocuklar bile bilmektedir. Erken teşhis ve tedavi ile geniz kanserlerinde son derece iyi sonuçlar alınabilirken, Yusuf Erikel' in hastalığında teşhisin gecikmesi nedeniyle hastalık ilerleyerek vücudun diğer kısımlarına yayılmış ve bu nedenle Yusuf Erikel, bu şansını kaybetmiştir. Artık yaşam günleri sayılıdır.

Normal bir hukuk düzeninde bu durumun sorumluları tespit edilir ve gereği yapılır. Ancak ben bugüne kadar bu konuda tek bir girişimin dahi yapıldığını duymadım. Ülkemizde yaşandığı iddia edilen ileri demokrasi bu mudur?

Şahit olduğum diğer bir kişi ise ilk tutuklandığım da aynı koğuşu paylaştığımız Erol Manisalı'dır. Tutuklanmadan üç dört sene önce, üç kez beyin felci, üç kez de kalp enfarktüsü geçiren hasta, ancak meme kanseri teşhisi konduktan sonra tahliye olabilmiştir.

Şahit olduğum diğer bir hasta ise ismini dahi ilk kez bu dava nedeniyle duyduğum ve kendisini ilk kez, aynı gün Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'nden Silivri Devlet Hastanesi'ne sevk edildiğimiz gün gördüğüm Levent Ersöz' dür.

Tahliye olsa bile yılın onbir (11) ayını hastanede geçirecek ağırlıkta hastalıkları, bu yargılama sürecinde akıbetinin ne olacağını bilmek için sanırım hekim olmaya gerek yoktur.

Sayın Başkan,

Bu dava sürecinde yaşanan hastalıklar ve ölümler, sanıklarda aslında bir yargılama sürecinde değil bir Rus ruleti sürecinde bulundukları izlenimi yaratmıştır. Sanıklar kendilerine ve diğer sanıklara sessizce ve derin bir endişe ile, gözleriyle sormaktadır. Şimdi sıra kimdedir?

-Ölümcül ritm bozukluğu olan Mehmet HABERAL'da mı?

-Artık yatalak hale gelmiş Levent ERSÖZ'de mi?

-Kalp damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle Hasan Atilla UĞUR'da mı?

-Yoksa cezaevi koşullarında her biri 1000 ton stres yükü altında olan bir başka sanıkda mı?

-Kimbilir belki de sıra bendedir.

Bütün bunları,

-Bekleyerek göreceğiz,

-Yaşayarak göreceğiz,

-Ya da ölerek göreceğiz,

Sonra da bütün bunlara adalet, diyeceğiz öyle mi?

Adalet insanları öldürür mü hakim Beyler?

Sayın Başkan, Sayın Üyeler, Sayın Cumhuriyet Savcıları,

Lütfen biraz düşününüz, bu dava sırasında;

-Onurlarına yediremeyerek intihar edenleri,

-Onurlarına yediremeyerek hastalanıp ölenleri,

-Ruh sağlığını kaybedenleri,

-Beyin kanaması, kalp enfarktüsü geçirenleri,

-Kanser olanları,

-Ölümü bekleyenleri ve ölenleri düşününüz.

Ve yine yaratılan bu korku ikliminde meslektaşlarımın hekimlik mesleğini korkmadan ve özgür bir şekilde yapamadıklarını düşününüz.

Hekimlerin bu duruma gelmesinde hangi koşulların neden olduğunu düşününüz.

Burada bulunan sanıklar arasında sanıyorum altı (6) hastane ile en çok sayıda hastanede bulunan kişilerden biriyim.

Yattığım bütün hastanelerde, meslektaşlarımın yüzlerinde, gözlerinde, tutum ve davranışlarında ve hatta ses tonlarındaki korkuyu ve tedirginliği gördüm.

Hangi hekim bu koşullar altında mesleğini layığı ile yapabilir ki. Belki de çok az bir kısmı...

Bir tıp akademisyeni olarak söylemek isterim ki;

Bu davalar çerçevesinde yargılanan sanıklarla ilgili hekimlerin kanaatleri, hastanelerin heyet raporları ve de özellikle Adli Tıp Kurumu raporlarının bu korku iklimi altında bilimsel geçerliliği artık kalmamıştır. Artık bilimsel bir değer taşımayan bu kanaat ve raporların hukuki bir değer taşıdığını iddia etmek, hukukun bilimsel bir temele dayanmadığını iddia etmekle eş anlamlıdır.

Sayın Başkan,

Bilindiği üzere bir insan için en kutsal hak, "YAŞAM HAKKI"dır, "YAŞAMA HAKKI'dır. Ve bir insan için en yüce değer de "ÖZGÜRLÜK' tür.

-Özgür ve demokratik bir hukuk devletinde insanların en kutsal hakkı olan "YAŞAMA HAKKI" nın mesleki karşılığı hekimlik'tir. Bakınız bu konuyla ilgili olarak Amerika'da görev yapan dünya çapındaki Türk doktoru Prof.Dr. Mehmet Öz şöyle diyor:

"En iyi hekim, hasta olan hekimdir. Çünkü en iyi empatiyi onlar yapar."

-Öte yandan yine özgür ve demokratik bir hukuk devletinde insanlar için en yüce değer olan "ÖZGÜRLÜK' ün meslekî karşılığı ise hakimlik' tir. Bakınız, bu konuyla ilgili olarak hukukçu akademisyen Prof.Dr.Adnan Güriz, 'Hukuk Felsefesi' kitabında şöyle diyor:

"Empati, yani karar verenin kendisini karar verilen yerine koyması, hukukun etkinliği ve tarafsızlığı bakımından önem taşımaktadır."

Sayın Başkan;

Hiçbir somut delile dayanmadan ve tümüyle akıl ve mantıktan uzak, hayali suçlamalar nedeniyle otuz ayı aşkın bir süredir tutuklu olmam nedeniyle, ben yukarıdakilerden birisiyim. Birisi de sizlerin meslektaşı olan iki profesörün söylediklerinden daha da öte şunu açıkça ifade etmek isterim.

"EMPATİ YAPAMAYANLAR, HEKİMLİK DE HAKİMLİK DE YAPAMAZLAR, YAPMAMALIDIRLAR!"

Eminim ki her iki profesör de, bu yargılama sürecinde yaşananlara şahit olsalardı, benden farklı düşünmezlerdi.

Sayın Başkan,

Bu yargılama esnasında sadece sanıkların değil, sanık yakınlarının da beden ve ruh sağlıklarını nasıl kaybettiklerini gördüğümde veya bunları duyduğumda sanıkların beyin kanaması, kalp enfarktüsü geçirmesine, kanser olmasına ve nihayet ölümlerine şahit olduğumda;

-İsyan ediyorum ve

-Sadece hekimliğimden değil, insanlığımdan da utanıyorum.

Ancak benim tıbbi bilimsel açıklamalarımın, sayın heyetinizce bir sivrinsek vızıltısı kadar bile dikkate alınmadığını görsem de, ben mesleki açıdan sorumluluğumun gereğini yapmaya devam edeceğim.

Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu

* * *

Sevgili okurlarım, görüyorsunuz, kendinden çok hastalar üzerinde odaklanan bir konuşma, bir savunma yapmış Hilmioğlu.

Şimdi onun özel durumunu daha iyi anlamak için, Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'nın Adalet Bakanı Ergin'nin yanıtlaması için, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hakkında verdiği TBMM soru önergesini görelim:

İnönü Üniversitesi Eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu Ergenekon davası kapsamında 13 Nisan 2009 tarihinde gözaltına alınmış, 17 Nisan 2009 tarihinde terör örgütünü kurmak, yönetmek, yasa dışı terör örgütü üyesi olmak ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek suçlamasıyla tutuklanmıştır.

Hilmioğlu tutuklandıktan 20 gün sonra yüz felci geçirmiş, ardından da 14 yıldır tedavi gördüğü siroz hastalığının ilerlemiş aşaması HCC (karaciğer kanseri) gelişme riski işaret eden raporlar verilmiştir.

Bu verilerden hareketle;

1-Ergenekon davası kapsamında bugüne kadar kaç tutuklu kanser ve benzeri hastalıklara yakalanmıştır? Kaç tutuklu hayatını kaybetmiştir?

2-Ankara'da uzmanlar tarafından hazırlanan raporda Hilmioğlu'na 'karaciğer kanseri gelişme ihtimalinin son derece yüksek olduğu, kronik karaciğer hastalığında cezaevi koşullarının olumsuz etki yaratacağı' şeklinde bir rapor verilmesine rağmen Hilmioğlu'nun hala cezaevinde tutulması bakanlığınızca nasıl değerlendirilmektedir?

3-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ,Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu ve Adli Genel Kurulu tarafından Prof. Dr. Hilmioğlu'na "2 ay aralıklarla bir üniversite hastanesi hepatoloji bölümünde takiplerin yaptırılmasının" uygun bulunduğuna dair rapor verilmesine rağmen Hilmioğlu'nun, 9 aydır üniversite hepatoloji bölümünde tedavi görmemesi Bakanlığınızca nasıl değerlendirilmektedir?

4-Hilmioğlu'na 1. ve 2. raporda kanser başlangıcı olmadığı, 3.raporda ise kanser başlangıcı olduğunu belirten uzmanlar aynı zamanda Hilmioğlu'nun cezaevinde kalmasında bir sakınca görmemişlerdir. Hilmioğlu'na rapor hazırlayan uzmanlara yoğun baskı olduğu düşünülmekte midir?

5-Hilmioğlu'nun cezaevinde kalmasında sakınca görmeyen ancak tedavisinin yapılıp yapılmadığını takip etmeyerek hastalığın ilerlemesine seyirci kalan uzmanlarla ilgili herhangi bir işlem yapılması düşünülmekte midir?

6-Prof.Dr. Hilmioğlu, Siroz hastası olup gastroenterohepatoloji uzmanları tarafından tedavi edilmesi gerekmektedir. Ancak Hilmioğlu'na Adli Tıp Genel Kurulu tarafından verilen rapordaki 30 uzmanın hiçbiri gastroenterohepatoloji uzmanı değildir. Adli Tıp Genel Kurulu'nun konunun uzmanları ile bile değerlendirmeden verdiği bu raporun ardından yetkililer hakkında bir işlem yapılması düşünülmekte midir?

7-Ergenekon tutuklularından Prof.Dr. Erol Manisalı ile Yusuf Erikel kanser olduktan sonra tahliye edilmişlerdir. Prof.Dr. Hilmioğlu'na da kanser başlangıcı teşhisi konulmuştur. Bakanlığınız insanları çaresiz dertlere düşürdükten sonra mı tahliye etmektedir? Bilim insanlarının, gazetecilerin, generallerin, yıllarca haklarında hüküm verilmesini beklemesini, bakanlığınız nasıl değerlendirmektedir? Bu uygulama ile Türkiye tüm dünya kamuoyunda ağır eleştirilere muhatap olurken, sorunun çözümü için bakanlığınız tarafından bir çalışma yapılması düşünülmekte midir?

* * *

Ağbaba'nın soruları durumun trajikliğini bütün açıklığıyla ortaya koyuyor herhalde.

Şimdi de, oğlu için başsağlığına giden CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile Fatih Hilmioğlu'nun konuşmasına bakalım:

CHP Lideri Kılıçdaroğlu Hilmioğlu'na,

"Allahtan sizlere sabır diliyorum. İçinde bulunduğunuz koşullar acılarınızı daha da artırıyor. yakından izliyoruz.

Dün geceyi cezaevinde geçirmeniz kabul edilecek bir şey değil. Bu kararı veren hakimlerin vicdanlarının olmadığı görülüyor. Çok üzüldüm ve bugün tepkimi Grup toplantısındaki konuşmamın açılışında ortaya koydum"

dedi.

Fatih Hilmioğlu da Genel Başkan Kılıçdaroğlu'na şunları söyledi;

"Gösterdiğiniz yakınlık ve ilgi nedeniyle teşekkür ediyorum. Yaşadığımız hukuksuzluklar, keyfi uygulamalar tahammül boyutlarını aştı. Beş yıldır yaşanan Ergenekon Davası süreci bütünüyle hukuksuzluklar içeriyor. Onlarca insan tahammül edilmez acılar yaşadı. Hala da yaşatılıyor.

Neden?

İddia makamının iki temel dayanağı var. Birincisi, "Ergenekon terör örgütü", ikincisi "Darbe teşebbüsü" Her iki iddia da üzerinden beş yıl geçmesine rağmen kanıtlanmış değil.

Askeri istihbarat teşkilatına soruyorlar, "Ergenekon terör Örgütü var mı diye" "yok haberimiz yok" cevabı alıyorlar, sivil istihbarata soruyorlar cevap aynı böyle bir örgütün varlığından haberimiz yok diyor ülkenin en büyük istihbarat kuruluşları. Ama biz olmayan bir örgütün yöneticileri olarak yargılanıyoruz.

Yine benzer biçimde darbe teşebbüsü iddiasına ilişki ortada geçerli hiçbir kanıt yok. O dönemde görev yapan Genelkurmay Başkanı "böyle bir şey yok" diyor. Generaller yok diyor ama darbe teşebbüsü iddiasıyla onlarca insan acılar içinde. Yakınlarını kaybediyorlar. annesini, babasını, oğlunu, karısını kaybediyor insanlar. Yazıktır. Bu sürecin bir an önce durması gerekir.

Bu ülkenin en iyi yetişmiş hocalarından olan benim de hocam Mehmet Haberal hasta, tedavisi tam manasıyla yapılamıyor. Dünya çapındaki bir değerimizi yitirme tehlikesiyle karşı karşıyayız ama mahkeme bu yaşananları görmezden geliyor.

Ben mahkeme duvarı ne demek Silivri'de öğrendim.

Tamam İnsanlar yargılansın ama iddianame de sorgulansın. Delilsiz mesnetsiz iddialarla bu ülkenin en iyi yetişmiş insanları hapislerde çürütülmesin.

Bunun da bir bedelinin olması gerekir.

Sayın Genel Başkanım sizin gösterdiğiniz yakınlık ve destek için teşekkür ederim bu çabaların devam etmesi lazım Silivri'de yaşananların bu ülkenin gündemine taşınması lazım"

Hilmioğlu'nun bu sözlerinden sonra CHP Lideri Kılıçdaroğlu'da şunları söyledi:

"Maalesef Türkiye'de bütün çabamız medyanın yanlı tutumu yüzünden kamuoyuna yeterince yansımıyor. Ama biz durmuyoruz katıldığımız bütün platformlarda bu konuyu gündeme getiriyoruz. Avrupa Birliği'nde, dünyanın diğer ülkeleriyle bu konuyu konuşuyoruz. Dünya da bu meseleyi yeni yeni anlıyor. Başlangıçta bize darbe yanlısı diyen Batılı dostlarımız da durumun vehametini anlamaya başladı. Avrupa Birliği İlerleme Raporu'na bile girdi.

Türkiye'de yaşanan anti demokratik uygulamalardan bütün dünyanın haberi var.

Projeksiyonlar Silivri'ye dönük ama ülkenin bütün hapishanelerinde büyük dramlar yaşanıyor. 10 kişilik koğuşta 49 kadın kalıyor ve günde bir kez su veriliyor. Düşünebiliyor musunuz, bu yaşananlar 12 Eylül dönemlerini aratır hale geldi.

Bu yaşadıklarımız, bir tek kişinin hırsı nedeniyledir. Cumhurbaşkanı farklı şeyler söylüyor, yaşananların anti demokratikliğine işaret ediyor. Ama bir tek kişi Recep Tayyip Erdoğan'ın hırsı bütün süreci tıkıyor. Hukuk, hukukun evrensel ilkeleri unutuluyor Başbakan ne derse hakimler onu uyguluyor.

Biz, arkadaşlarımız elimizden geleni yapıyoruz. Türkiye'nin her yerinde hapishaneleri izliyoruz. Anında üstüne gidiyoruz. ama siyasi bir parti olarak bizim söylediklerimiz yetmiyor. Toplumun diğer dinamiklerinin de aydınların meslek odalarının da bu duruma tepki göstermesi gerekir. Ben Barolar Birliğinin suskunluğunu anlamıyorum. Yargı camiasından Baroların ortaya çıkıp yaşananlara dikkat çekmesi gerekir."

* * *

Biliyorum bugünkü "Güncel" biraz uzun oldu ama, bu gerçeklerin bir kez daha tarihe mal edilmesini istedim...

Bu yazımı dünkü Cumhuriyet'teki yazımla birlikte okumanızı öneririm sevgili okurlarım.


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 25 Mart 2024

Valid HTML 4.01 Transitional