Emre Kongar'ın Resmi* İnternet Sitesi


Kitaplar

Green Bullet Makaleler

Green Bullet Articles in English

Sürekli Yazılar


 
GERÇEK DEMOKRASİLERDE AZINLIKLAR OLMAZ, OLAMAZ





Son günlerde Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasında garip bir azınlıklar tartışması gündeme gelmiş görünüyor.

Bence bu tartışma en azından devlet felsefesi ve teorisi açısından çağ dışıdır.

Bakın neden:

Feodal tarım imparatorlukları döneminde devletler din esasına göre oluşurdu.

Bir başka deyişle yöneticiler toprak ağası kökenli olmakla ve yönetim güçlerini kılıçlarının kuvvetine dayamakla birlikte, meşruiyetlerini, gelenekten ve Tanrı'dan alırlardı.

Batı'da Hırıstiyanlık, Doğu'da ise Müslümanlık, tarıma dayalı din imparatorluklarının doğal ve meşru dini idi.

Yönetime muhalefet de, bu nedenle yönetcilerin inançlarına karşı oluşan mezhepleri, tarikatları ortaya çıkarırdı.

Çünkü yönetim-teba ilişkisi, dine dayalıydı.

Bu nedenle de yönetimler, kendi inançlarından sapanları yakarak ya da keserek yokederlerdi.

Çünkü inanç, yani din, egemenlik ilişkisini meşrulaştıran bir siyasal kurumdu.

Bu çerçevede, yönetenlerin dininden olmayanlar, ya (15. Yüzyılda İspanya'da olduğu gibi) tümüyle toplumdan dışlanırlar ya da (Osmanlı'da olduğu gibi) toplumda azınlık muamelesi görürlerdi.

Azınlıklar, yöneticilerin uygun gördüğü özel koşullarda, yönetimin merhametine bağlı olarak verilen özel güvencelerle, yaşamlarını ekalliyetler olarak sürdürürlerdi.

Osmanlı'nın son döneminde İmparatorluk zayıflayınca, yönetim Müslüman olduğu için, Hırısıtiyan teba, Avrupalı güçlerin baskısıyla ilave özel haklara kavuşturuldu. Bu özel hakların en önemlisi ise, kendilerine özgü mahkemelerde yargılanmaları, yani devletin adli sisteminin dışına çıkarılmaları idi.

Bunun gerekçesi, Osmanlıların adli sisteminin din kökenli, yani şeriata dayalı olmasıydı.

Yeni Cumhuriyet, feodal tarım imparatorluğu aşamasını geçemeyen ve yüzden yıkılan, işgal edilen Osmanlı toprakları üzerinde kurulduğu için, yenerek topraklarından kovduğu Batılı devletlerle yapılan Lozan Anlaşmasında, müslüman dini dışındaki bazı topluluklar, din imparatorluğu anlayışına uygun olarak, özel haklara kavuşturuldu ve kendilerine azınlıklar denildi.

Oysa bu sırada Batı'da endüstri devrimi yaşanmış, ve insanlığın bir bölümü dine dayalı tarım imparatorluklarından, milliyet esasına dayalı ulus-devlet modeline geçmişti.

Artık devletler, din esasına göre değil, ulus (milliyet) esasına göre biçimleniyordu.

Ulus-devlet anlayışının otoriter uygulamaları faşist rejimleri gündeme getirdi. Artık azınlık kavramı, dine ilaveten milliyet esasına göre de biçimlenmeye başlamıştı.

İkinci Dünya Savaşı, bu anlayışı da tasfiye etti.

Savaş sonrasında, demokrasi ve insan hakları kavramları gelişti; demokratik devlet felsefesi ve uygulaması insanlığın yeni hedefi oldu.

Demokratik devletin esasında, devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin, din, dil, ırk, (mezhep, milliyet) farkı olmaksızın eşit kabul edilmesi ve herkesin devlet tarafından birinci sınıf vatandaş olarak eşit muamale görmesi ilkesi yatıyordu.

İşte Atatürk ve arkadaşlarının çağdaş uygarlık hedefine yani bugünkü laik ve demokratik sosyal hukuk devleti anlayışına göre kurdukları Türkiye Cumhuriyeti de, Anayasaya göre bu ilkeye uygun olarak işlemesi gereken bir yapıya sahiptir.

Böyle bir eşitlik anlayışı içinde, ister dinsel, ister ulusal olsun, hiçbir azınlık anlayışına yer olmadığı açıktır.

Çünkü böyle bir devlette, her dinden, her mezhepten, her ırktan ve her milliyetten, bütün vatandaşlar birinci sınıftır ve devlet karşısında eşit muamele görür.
 
 


  Bu siteden yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır.

Emre Kongar ile iletişim icin e-posta, site yöneticisi ile iletişim için e-posta

Son güncelleme tarihi 13 Mayıs 2024

Valid HTML 4.01 Transitional